Acquire Natashas Dance: A Cultural History Of Russia Written By Orlando Figes Readable In Version

on Natashas Dance: A Cultural History of Russia

written journey into the Russian cultural and social history, I liked the most the first part of the book, Of course it is a bit sketchy as the subject is huge, but there are a lot of interesting facts and you can see that the research has been done for the book.
This book is very comprehensive and gives you profound insights into Russian culture throughout the last centuries, About half this book is quite good, and even where it is bad it fails gloriously, Granted, I was more interested in Figes' take on Holy Russia, He did a fantastic job showing the religious depth of Holy Russia, He explored the fine nuances of the Old Believer schism, He showed remarkable skill in dealing with Dostoevsky,

He tried to make the argument that the Asiatic culture is more due to the nonEuropean strain of Russia, This is a harder argument to evaluate, At its best moment, he is right, Russia is different from France or Britain, As a schoolboy I wrote to Orlando Figes as part of the project to write my graduation paper, It wasand the questions I asked did not make much sense, but ask I did before getting on with writing my piece.
I had read the recently published 'A People's Tragedy' and Figes could do no wrong in my eyes,

Orlando Figes is an interesting writer, and one who should take a lot of credit for his part in steering masspublished Russian history away from the coverall texts of a decade ago including the aforementioned 'Tragedy'.
Natasha's Dance, which has been followed by his more recent work, The Whisperers, veers away from theperiod on which so much has been written and opens up new lines of investigation to the amateur reader.


Natasha's Dance is a richly interwoven and interestingly ordered work that charts the cultural development of Russia down the ages.
Russian literature, theatre and art in general are well known outside Eastern Europe, but the underlying foundation from which this creativity has sprung is not.
Figes does a good job of pushing less conspicuous cultural trends to the fore, examining their more recent development in a clearly written and engaging way.


My only real criticism of Natasha's Dance is that the scope of the book is too ambitious, Figes has done a great job of writing about Russian culture since Russia became Russia in the postMongol world, but that leaves the reader wondering where the origins of these cultural, artistic and attitudinal movements lie.
There certainly has been be a boundary for a study as broad as this to make sense and stay focused, and the boundary from which Figes works is a sensible one, but it leaves important questions unanswered and the reader or, more precisely, me wanting a prequel to Natasha's Dance.
How did what is now Russia look culturally before the Mongol invasions How did Mongol occupation affect local culture, and did that local culture affect Mongol traditions and art

The subject that Figes addresses cannot fully be appreciated in isolation, which is where I was left by Natasha's Dance.
Perhaps I am being a little hard on Figes given that within his defined scope ND is extremely good, but then perhaps I have felt isolated since I waited all those weeks and months for some guidance on my graduation paper all those moons ago.
Figes kirjutab oma teoses, mille pealkirjaks võinuks vabalt olla ka näiteks rowlinglikult "Vene hing ja kust teda leida", kyllalt põnevalt Vene identiteedi olemusest ja ajaloolisest kujunemisest millisena on teda erinevatel aegadel nähtud, kust ja kes on teda proovitud leida, ning milliseks on pyytud teda väänata, kui selgub, et reaalsus ei klapigi idealistlike kujutelmadega.


Märkimisväärselt silmaringi laiendav ja temaatikalt mitmekesine lugemine, mis lubab naabrit ning idapool toimunud ja toimuvat ytsjagu paremini mõista.
Oh, et suudaks mälu vaid kõike seda meeles
Acquire Natashas Dance: A Cultural History Of Russia Written By Orlando Figes Readable In Version
hoida! Nataşanın dansı ismini Tolstoyun "Savaş ve Barış" isimli eserindeki Nataşa karakterinin bir soylu olmasına rağmen bir köy müziği eşliğindeki dansından alıyor.
Yazar burada karakterin farklı öğretilerle büyütülmüş olmasına rağmen içindeki Rus ruhunu her daim korumasından etkilenerek bu tarih kitabına bu ismi vermiş.


Kitapana bölümden oluşan bir kültürel tarih incelemesi, Salt bilgi içerikli olduğu için bir kurgu romandan beklenilen akıcılık bu eserden beklenmemeli ancak muadillerine göre kolay okunuşunun bu kitabı popüler yaptığını düşünüyorum.
Dediğim gibi salt bilgi içerikli olmasından dolayı kitap hakkındaki düşüncelerimi bölümler halinde spoiler korkusu olmadan vermek istiyorum, bütününe yorum yapmak zor çünkü bölümden bölüme yazarın tutumunun değiştiğini fark ettim.
Bu dengesizlik ve yer yer taraflı anlatım yüzünden deyerineyıldız verdim,

. Bölüm: Avrupalı Rusya

Bölüm esas olarak Petronun Petersburg şehrini inşa edişi ile başlıyor denilebilir.
Petronun Avrupa takıntısına oldukça ayrıntılı olarak yer veren yazar okuyuculara bu takıntının derecesini daha iyi anlayabileceği şekilde tarif ediyor

"Yeni başkentteki her şey Rusları daha Avrupalı bir yaşam tarzı benimsemeye zorlamıştı.
Petro soylularına nerede yaşayacaklarını, evlerini nasıl inşa edeceklerini, şehir içinde nasıl dolaşacaklarını,kilisede nerede duracaklarını, ne kadar hizmetçilerinin olacağını, balolarda nasıl yemek yiyeceklerini, nasıl giyinip saçlarını nasıl kestireceklerini, sarayda kendilerini nasıl taşıyacaklarını ve kibar bir toplumda nasıl sohbet edeceklerini söyledi.
Baskı altındaki şehirde hiçbir şey şansa bırakılmamıştı, Bu saplantılı düzenleme St, Petersburg'a düşmanca ve bunaltıcı bir şehir imajını vermişti"


Petronun başlattığı bu akım Petersburgdaki aristokrat kesimin özümsemesiyle birlikte bence oldukça ilginç boyutlara varmış.
Şeremetevo gibi yüzyıllarca varlığını devam ettirmiş Rus klanları üzerinden somut örneklerle konuyu daha açıklayıcı bir şekilde aktarmış yazar.


Avrupaya hayran olma durumu şeklen ve manen kendini değiştirerek Avrupalı olma ve bunu Avrupalılara kabul ettirme seviyesine gelmiş bu dönemde.
Ancak Avrupanın Rusları benimsememesi de aynı şekilde hayal kırıklığına uğratmış Rusları, Yazar bu durumu kısaca
“Ruslar Avrupa içerisinde bir aşağılık kompleksi yaşıyorlar” diyerek özetlemiş.
Kendini kabul ettiremeyen Rusların saldırgan ve milliyetçi bir tutuma geçmesinde kırılma noktası bu sanırım.

“Rusya eğer Avrupanın bir parçası olamayacaksa o zaman farklı olmaktan daha fazla gurur duymalıydı” düstüruyla içinde Karamzin ve Puşkin gibi önemli isimlerin de olduğu bir yeni bir akım oluşmuş.


. Bölüm:Çocukları

Bu bölüm aslında çok daha ilgi çekici bir akımla alakalı oldukça bilgilendirici olduğu için kitap içerisindeki en sevdiğim bölüm oldu diyebilirim.
Dekabristler olarak bilinen ve Avrupa etkisine karşı Rus halkının özünün köylü erdemlerinden oluştuğunu savunan ve anayasayı değiştirmek için çaba veren aydın ve subayların girişimleri ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor.
Dekabrist önderlerden en ilgi çekicisi Volkonski olabilir, Tolstoyun akrabası olan Volkonski Tolstoyun "Savaş ve Barış" eserindeki Bolkonski karakteri için ilham kaynağı olmuştur, Hatta Savaş ve Barış eseri aslında Volkonskiyi anlatan bir eser olacak Tolstoy sonradan fikrini değiştirmiştir,

Napolyonun Rus seferi ile Fransız hayranlığının hat safhada olduğu Rusyada doğal olarak işlerin değişmesine rağmen hala Fransız hayranlarını barındırması Rusyayı Moskova ulusalcılar Petersburg batıcılar gibi bir ikilemde bırakmıştır.
Ancak bu masum bir ulusalcılıktan çok ırkçılık seviyesine varmıştır maalesef, Dekabristlerden en ılımlılarından biri olarak bilinen Volkonski bile “Gürcüler, Finlandiyalılar ve Ukraynalılar Ruslaştırılmalı yalnızca “aşağılık” olarak tabir edilen Yahudiler ülkeden sürülmeli ve yok edilmeli" gibi bir anlayışa sahipti.
Dekabristlerin girişimi başarısız olmasına rağmen kültürel açıdan etkisi dalga dalga yayıldı diye düşünüyorum.
Gogol gibi halka inen, Fransızca yerine günlük Rusça kullanılan eserlerin yazılmaya başlanması, Puşkinin Yevgeni Oneginde yaptığı gibi Fransız hayranı Rus soylularının eleştirilmeye başlanması ile.
yyda Fransız etkisinde kalan ve neredeyse hiç Rusça eser verilmeyen bir dönemi kapatmıştır diyebiliriz, Yazar bu bölümleri eserlerden parçalar ile inceleyerek daha ayrıntılı bir şekilde yansıtmış,

. Bölüm: Moskova! Moskova!

Bu bölüm Rusların Altın Orda Devleti hakimiyeti altından kurtulup bunu mitleştirdikleri şehir olan Moskovaya övgüler şeklinde daha çok.
Petersburga kıyasla daha dindar, daha tutucu ancak daha Rus olan bir şehir Moskova, Gogol bunu şu şekilde yansıtmış

"Petersburg titiz, dakik bir insan, mükemmel bir Alman, her şeye hesaplı şekilde bakan biridir.
Bir parti vermeden önce hesaplarına bakacaktır, Moskova bir rus soylusudur, eğer iyi vakit geçirecekse, sonunda yere yığılana kadar gider ve cebinde ne kadar olduğu konusunda endişe etmez.
Moskova yarı ölçüleri sevmez, . . Petersburg, Moskova'nın acayipliği ve zevksizliği ile dalga geçer, Moskova rusça konuşmayı bilmediği için Petersburg'u kınar, . . Rusya'nın Moskova'ya ihtiyacı vardır, Petersburg'un ise Rusya'ya, "


Bizansın yıkılışıyla kendilerini, Roma olarak tanımlayıp Hristiyanlık dünyasının kurtarıcısı ilan eden Rusların daha çok dini yönü ile ilgili kısımlar mevcut bu bölümde.
Bununla birlikte aydın kesimin köylülere, sade halka yönelmesi ve eserlerinde bunları konu edilmesi üzerinde durulmuş, Klasik müzik severler için ilginç ayrıntılar mevcut ancak ben daha çok diğer alandaki etkileriyle ilgilendim, Resimde, edebiyatta gerçekçiliğe dönüşün başladığıarasının yoğun olarak anlatıldığı bölümde en çok dikkatimi çeken şeylerden birisi: Moskova sanat tiyatrosunda öğrenci ve fakirler için ayrılan ucuz koltukların zenginlerin koltuklarıyla ön sıralarda bir arada olmasıydı.
Darısıli yılların medeniyetlerinin başına diyorum,

. Bölüm: Köylü Evliliği

Serfliğin kaldırılması ve halka inilmesi gerekliliğinin öğrenciler tarafından benimsendiği bir dönemi anlatıyor bu bölüm.
Haklarını anlatmak, onlarla birlikte yaşamak için bir çok aydın ve öğrenci halka gitmiş ama girişimleri hüsranla sonuçlanmış.
Çernişevskinin "nasıl yapmalı"sının henüz yazıldığı yıllarda bundan etkilenen aydın ve öğrenciler köylüler tarafından “ biz çar olmadan nasıl yaşarız” sözleriyle karşılanıp imparatorluk görevlilerine ispiyonlanmaya başlanması biraz trajikomik.
Aynı şekilde Köylüleri mitleştiren aydınlar aslında onların hiç de düşündükleri gibi olmadığını, bir yüce erdem kaynağı değil sıradan insan olduklarını keşfetmesi de bu döneme denk düşer ve gerçek Rus köylüsü hakkında somut fikirler edinmeye başlarlar.
Bu bölümde Rusların kadınlarla ilgili birkaç atasözü gözüme takıldı ve belirtmek istedim

"yaşlı kadını ne kadar döversen çorba o kadar lezzetli olur.
"

"karına baltanın sapıyla vur, eğil ve nefes alıyor mu bak, eğer alıyorsa, o zaman hasta taklidi yapıyor ve daha fazlasını istiyordur"

"karını kürk mantoymuş gibi döv, o zaman daha az ses çıkar"

"bir eş iki kere güzel olur: eve getirildiği zaman gelin olarak ve mezara taşındığı zaman"


Böyle bir anlayışın yaygın olduğu dönemde Gorki,yılında zinadan suçlu bulunduktan sonra çırılçıplak soyulup kocası ve diğer köylüler tarafından kırbaçlanan bir kadın lehine araya girmek isteyince bir grup köylü tarafından kendinden geçene kadar dövülmüştür.


Sadece köylüler için değil asiller içinde karısını dövmek kanunen tanınmış bir hak olduğu için bu dönemle ilgili bu tarz şeylere rastlamak pek ilginç değilmiş ama ben şaşırmıştım.


. Bölüm: Rus Ruhunu Arayış

Bu bölüm Rusların Ortodoksluğa geçiş hikayesinin ayrıntılı bir şekilde anlatıldığı bir bölüm olmuş.
Ortodoksluğun eserlere ve günlük hayata işleyişi Tolstoy ve Dostoyevskinin eserlerinden verilen parçalarla, ve Tarkovskinin Andrey Rublev filminden sahnelerle incelenmiş.
Gereksiz uzatılmış bir bölüm, Rusların Ortodokslukla bağının oluşması ile ilgili şu anekdot zaten bölümün geri kalanının değerini gözümde düşürdü diyebilirim.


“Kievan Rusun, yydaki pagan prensi Vladimir, Gerçek İnançı bulmaları için temsilcilerini çeşitli ülkelere göndermişti, İlk önce Volgadaki Müslüman Bulgarlara gitmişler, ama onların dininde neşe ve erdem bulamamışlardı, Roma ve Almanyaya gitmiş ama kiliselerinin çok basit olduğunu düşünmüşlerdi, Ama Bizansa geldiklerinde temsilciler şöyle bir rapor vermişlerdi: “ Cennettemiydik, dünyada mı bilemedik, çünkü dünyanın hiçbir yerinde böyle bir ihtişam ve güzellik yoktur, ””

Ben hiçbir toplumun bir dine geçişinin bu kadar sakin ve planlı olduğunu düşünmediğim için bu noktada yazarın güvenilirliğine dair inancım kırıldı.
Özellikle Rusların Ortodoksluk hikayelerine dair okuma yapmayı planlıyorum, Ancak şu an içim dışım Rus olduğu için bunu daha ileri bir tarihe attım,

. Bölüm: Cengiz Hanın Varisleri

Gerçekten çok fantastik bir bölüm, Burada Rusların kafasının ne kadar karışık olduğunu görebilirsiniz, İşin tuhaf tarafı bu bölümde anlatılanların izlerini bir süredir tanıdığınız Rusların zihinlerinde de görebilirsiniz.
Doğuya karşı inanılmaz bir nefret, batılı olma çabası ancak batı tarafından kabul edilmeyince biz doğulu muhteşem vahşi barbar kabile İskitlerin soyundan geliyoruz gibi demeçler verip, Kafkas kültür öğelerini kendilerininmiş gibi Avrupa'ya tanıtıp, Sibiryayı “Bizim Hindistan” diye yüksek sesle söyleyebilecek derecede kendilerini kaybetmeleri nasıl tanımlanır bilemiyorum.
Tatar kelimesini farklı formlara sokup “ iğrenç, korkunç” gibi bir manada kullanmaları ve Avrupadan tokat yiyince çoğu Rus aydınının Anna Ahmatova ve Lermontovda dahil “ ben aslında tatarım, benim köklerim tatar korkun bizden triplerine girmeleri mi dersiniz” Yani bu bölümün okunması lazım ya başka bir şey demiyorum.
Avrasya bozkırındaki Müslüman kavimlerle sırf Ruslaştırmak ve buraları sahiplenmek için evlilik politikası gütmeleri de ayrı bir fantezi ürünü bence.
Dostoyevski bile Doğuya bakış açısını şu şekilde dile getirmiş

“Avrupada asalak ve köleydik ama Asyada efendi olacağız” Blokun şiirlerinde ise kendilerini kabul etmeyen Avrupa'ya karşı Asyalı kartını nasıl oynadıklarını çok net bir şekilde görebilirsiniz

"Sizler milyonlarsınız, bizler halk yığını
Ve halk yığını ve halk yığını
Gelin savaşın! Evet biz İskitleriz,
Evet, Asyalı, çekik gözlü, hırslı kavim.
"


Bunun gibi bir sürü örnek var bu bölümde, Artık okurken güler misiniz ağlar mısınız bu karakter bölünmesine bilemiyorum,

. Bölüm: Sovyet Merceğinden Rusya

İnanılmaz derecede taraflı bir şekilde yazılmış bir bölüm.
Eğer bir tarihçi, kültürel tarih kitabında Sovyet Rusya dönemindeki edebi eserleri ve akımları incelerken Ahmatova gibi sembolist, rejim karşıtı yazarların hayatlarına en ince ayrıntısına kadar yer verirken Ehrenburg gibi yazarları sadece “ Stalin döneminde ölmemeyi becerebilmiş birkaç Yahudi aydından biri” şeklinde geçiştiriyorsa ben bunda art niyet ararım.
Bütün bunların yanında Rus şiirine katkısı açışından göz ardı edilemeyecek kadar değerli olan Mayakovskinin yaşamını müthiş bir inançla çarpıtıp, Stalin karşıtı görüşlerini bütün rejime karşıymış gibi gösterme çabası ise Mayakovski ile ilgili ayrıntılı bilgi sahibi olmayan okuyucuları yanlış yönlendirecek seviyede diye düşünüyorum.
Diğer bütün bölümlerde siyasi olayları sadece dönemin sanatsal akımlarını daha anlaşılabilir bir biçimde göstermeye yetecek şekilde anlatırkensayfalık bu bölümde neredeyse her iki cümlesinden birisi Stalin rejimi olan bir tarihçinin güvenilirliği ve tarafsızlığı tartışmaya açıktır bence.
Sovyet dönemi edebiyatı ve sanatsal akımları ile ilgili bilgi edinmek isteyenler başka bir kitap bulmalı ama Ahmatovanın biyografisini veya Stalin karşıtı bir eser okumak istiyorsanız bu bölüm işinizi görebilir.


. Bölüm: Yurtdışındaki Rusya

Özellikle Sovyet döneminde yurtdışına gitmiş Rus sanatçıları anlatmış yazar bu bölümde.
Rejim karşıtı bu yazarları savunayım derken Thomas Mann gibi yazarlara rejime destek verdiği için inceden dokundurmayım anlayışı ise oldukça sırıtıyor.
Bölümde Nabokov ve Şair Tsvetaevanın hayatı üzerinde aşırı derecede fazla durulmuş, Çok fazla kayda değer bir bölüm olduğunu düşünmüyorum, Gorki ile ilgili bölümleri ilgi çekiciydi ancak ilk bölümlerdeki tarafsız ve bilgilendirici anlayış bu bölümlerde kendisini göstermedi maalesef.



.